- Likya Yolu Yürüyüşüne Hazırlanma Rehberi
- Likya Yürüyüşüne 1 Kala
- Likya Yolu 1. Gün – 14 KM (Ovacık, Kozağaç, Kirme, Faralya)
- Likya Yolu 2. Gün – 7 KM (Faralya, Kabak Koyu)
- Likya Yolu 3. Gün – 14 KM (Kabak Koyu, Alınca, Boğaziçi)
- Likya Yolu 4.Gün – 12 KM (Boğaziçi, Sidyma, Bel, Belceğiz)
- Likya Yolu 5.Gün – 14 KM (Belceğiz, Gavurağılı, Pydnai, Letoon)
- Suyun İçindeki Kutsal Şehir: Letoon
Likya Yolu yürüyüşünü çadırla yapıyorsanız (ki kesinlikle bu seçeneği tavsiye ederiz), her gün bir önceki günün yorgunluğunu unutmuş olarak kalkacaksınız. Şimdiye kadar çadırda uyandığımız her sabah -oksijenden midir, toprağın üzerinde uyumaktan mı bilinmez- ne kadar az uyumuş olursak olalım her zaman dinç kalktık. Likya yürüyüşümüzün dördüncü gününe de böylece oldukça erken başladık.
Önceki akşam Boğaziçi Köyü’ndeki bakkaldan alışveriş yapmış ve kahvaltı için ekmek, yumurta, domates-salatalık almıştık. Ancak kamp kurduğumuz yere gece karanlığında varınca etrafı göremediğimiz için biraz tedirgin olmuştuk. Civarda hayvan var mıdır yok mudur bilemediğimizden, aldığımız yiyecekleri çadırlardan biraz uzakça bir ağaca astık. Kamp alanımız aslında bize birkaç köylünün tavsiye ettiği çeşme başında bir düzlükteydi, her zaman buralarda birkaç çadır olurmuş. Bizim şansımıza o akşam kimse orada konaklamamıştı. Herhangi bir konuda endişe etmememiz gerektiğini, sabah keçi çanları ile uyanınca anladık. Boğaziçi Köyü’nden biraz uzak sayılabilecek bir mesafede olmamıza rağmen, köydeki inek, köpek, horoz gibi bin bir çeşit hayvanın çılgın gürültüsü de bulunduğumuz yere geliyordu. Sabah köyde adeta bir şenlik havası esiyordu. 🙂
Bir önceki gün, Alınca Köyü’nü geçtikten sonra yolumuz iki alternatifli hale gelmişti. Gey Köyü’nden geçerek gitmeyi seçseydik denize paralel devam edecektik. Ama Sidyma Antik Kenti’ne yolumuzu düşürebilmek için Bel Köyü’nden gitmeyi tercih ettik. Bu alternatif rota denizden içeri doğru giriyor. Bizi yolculuk boyunca en çok sevdiğimiz yerlerden biri olan Belceğiz’e götürdüğü için seçimimizden çok memnun kaldık. Gördüğümüz kadarı ile bu taraf, Gey rotasından daha az tercih ediliyor ve belki biraz daha uzun sürüyor.
Meraklı keçiler eşliğinde kahvaltımızı yapıp çadırları toparladıktan sonra, ilk durağımız olan Sidyma Antik Kenti’ne doğru yola koyulduk. Boğaziçi Köyü’nden yola çıkar çıkmaz, antik kalıntılar hemen başlıyor. Rotanın biraz uzağında kaya mezarları, yürüyüş yolunda antik taşları ve sağında-solunda ise lahitleri görmek mümkün. Bu güne kadar Likya Yolu’nun daha çok doğa ile iç içe olan kısmına tanık olmuştuk; fakat rotanın ismini de aldığı Antik Likya Uygarlığı’nın kalıntıları ile dolu dolu geçecek olan bugün bizim için oldukça heyecan vericiydi; hem de Sidyma Antik Kenti’nde arkeolojik kazı yapılmamış olmasına rağmen…
Yürüyüşümüzün bu kısmı sapsarı çiçek tarlalarının içinden antik kente ve oradan da bir köye ulaştırdı bizi… Sidyma antik kentinin üzerine kurulmuş olan köyden geçerken, evlerin bahçelerinde kalmış olan eski yapı parçalarını, taşları, hatta kemerli yapıları bile görmek mümkün. Köyün camisinde ise, mimarlıkta “devşirme malzeme” olarak adlandırılan, eski yapılardan kalma parçalar yeniden kullanılmış olduğu görülüyor. Sidyma’nın yazılı tarihi M.Ö. 1 yüzyıla kadar gidiyor, ilginç bir özelliği ise kentte görülen lahitlerin Likya gotik formu yerine, dik çatı şeklinde mezar kapaklarına sahip olması…
Antik kenti ve köyü geçtikten sonra da, yol yine az eğimde geniş düzlüklerden ve çiçek tarlalarından geçiyor. Öğle molamızı da böyle bir yerde, kocaman bir ağacın altındaki esintide verdik. Kamp ocağında pişen ton balıklı makarna ve salatadan oluşan yemeğimizi yiyip biraz dinlendikten sonra, hafif yokuş yukarı tırmanan yoldan devam ettik. Likya Yolu’nun en çok sevdiğimiz yanlarından biri de, her an değişen manzaralar… İlk ve ikinci gün harika deniz ve dağ manzaraları, üçüncü gün botanik bahçesi gibi çeşitli bitkilerin olduğu patikalar, dördüncü gün çiçek tarlaları, orman ve bazı düzlüklerde bulunan tarlalar ve her an karşınıza çıkan 2000 küsur yıllık yapı kalıntıları karşısında heyecan duymamak mümkün değil.
Bel Köyü’ne vardığımızda bir teyzenin balkonunda ayran-börek molası verdik, telefonlarımızı biraz şarj ettik. Yanımızda taşıdığımız solar şarj cihazı doğada kaldığımız 7 gün boyunca çok işimize yaradı, hem çevreci olması hem de sizi prize muhtaç bırakmaması nedeni ile doğa yürüyüşleri yapıyorsanız bir tane edinmenizi tavsiye ederiz. Prizden şarj etmek kadar hızlı olmasa da, özellikle uzun öğle molalarımızda güneşten çok iyi verim aldık.
Bugünün bir diğer heyecanı ise bir süre sonra üzüntüye dönüştü. Yolumuzun üzerinde, Gey ve Bel rotaları birleştikten sonraki bir noktada Likya’nın sınır işareti olduğuna inanılan bir kaya parçası olduğu, hem rehber kitapta hem de telefon uygulamasında yazıyordu. Ana yoldan çok az sapmamızı gerektiren kayanın yerini o civarda karşılaştığımız çobanlara sorduk. Gülerek, “geçen kış patlattılar onu,” dediler.
Bir süre algılamakta zorlandık, patlatmak derken neyi kast ettiklerine inanmak istemedik. Ancak “içinde hazine bulma umuduyla” üzerinde yazıtlar ve çobanların ifadesine göre “5 tane kız kabartması” bulunan kayanın yerinde şu anda sadece bir yığın duruyor. Bu taş yığının etrafında bir süre dolandık, kabartma görür müyüz diye taşların sağına soluna baktık. Belki mimar olmamın ve sanat tarihine olan merakımın da etkisi ile neredeyse ağlayacaktım. Hepimizin morali bozuldu, yolun devamında bir süre kimse konuşmadı… (Bu sınır taşının fotoğrafını da herhangi bir yerde bulamadım. Çekmiş olan varsa bizimle paylaşabilir mi lütfen?)
Bel Köyü’nden sonraki durağımız olan Belceğiz’i, bugünün konaklama noktası olarak belirlemiştik. Belceğiz’e varınca gördük ki, ortada köy filan yok. Dağın üstünde, tek hanede yaşayan bir aileden ve keçilerinden oluşan bir yerleşim yeri burası. Semaverde demlenen çaydan içerken, burada yaşayan aileden nerede çadır kurabileceğimiz ile ilgili bilgi aldık. İstediğimiz yere kurabileceğimizi, sabah kahvaltı da verebileceklerini söylediler.
Civardaki düzlüklerden birine, minik ve zararsız çekirgelerin zıplamaları arasında yerleştik ve akşam yemeği olarak çabuk çorba, sonra da çay hazırladık. Karanlığın çökmesi ile muhteşem bir yıldız manzarası altında uzunca bir süre oturduk. Civarda herhangi bir ışık olmadığı için burası yıldız gözlemi yapmak ve gece fotoğrafı çekmek için çok iyi bir nokta. Tercih ettiğimiz bu rotada bugün bizden başka yürüyüşçü olmaması bizi şaşırttı. Gece dağlardan gelen serin esinti ile yine çok güzel bir uyku çektik…