Cemrelerin düşmesiyle hava, su, toprak kış uykusundan uyanırken, kış boyunca evde zor tuttuğumuz çadırımızı alıp hafta sonu yine attık kendimizi doğaya… Yaklaşık üç yıldır her fırsatta kamp yapmamıza hatta bazı tatillerimizi çadırda konaklayarak geçirmemize rağmen, bizim için ilklerle dolu bir kamp oldu bu seferki:

– Öncelikle, takvimlerin Mart ayının ikinci hafta sonunu göstermesi itibari ile bizim için senenin ilk kampı oldu (darısı karlı-buzlu kış kamplarının da başına; ama ona uygun ekipmanımız şimdilik yok :)).
– Gece hava sıfırın altında idi; kamp attığımız irtifada (1200 m) henüz karlar erimemişti. Şimdiye kadar yazlık ekipman ile, yaz aylarında kampa alışık olduğumuz için, en soğuk kampımız oldu.

– Mayıs ayının ilk haftasında yapmayı planladığımız Likya Yolu yürüyüşüne ekipman hazırlığı maksadı ile, birkaç ay önce almış olduğumuz yeni çadırımızı ilk defa deneme fırsatı bulduk; çok memnun kaldık. Önceki çadırımız hızlı kurulan ama oldukça ağır ve sırt çantasına sığmadığı için taşıma açısından pratik olmayan bir modeldi.

– Soğuk havalarda kamp yapmaya uygun, konfor sıcaklığı -10 derece olan tulumlar almıştık; onları da ilk defa denedik ve bizi sabaha sağ salim çıkardılar.
– Daha önceki kamplarımızda “tuvalet ve su bulunsun, priz lazım olur tabi…” gibi gerekçelerle hep tesisi olan kamp alanlarında kalmıştık. İlk defa tamamen doğada, kimsenin olmadığı, telefonun çekmediği bir yerde geceledik.
– İlk yağmurlu kampımızdı. Aslında hava durumu sürekli yağış gösteriyordu ve buna hazırlıklı gitmiştik, ama yalnızca birkaç kez hafif yağmur geçişleri oldu.

– Arabanın çeki demirinin yerini ve çekme halatının nasıl kullanılacağını ilk defa uygulamalı olarak görerek öğrendik. Tam erimemiş olan kar, alt taraftaki çamuru da iyice yumuşatınca yolda kalan iki aracı kurtarma çalışması, kamptaki tüm dinlenmeyi de sıfırladı.

İstanbul’a yakın sayılabilecek bir mesafede olduğu için, hafta sonu için seçtiğimiz yer Safranbolu civarında idi. Kısa bir araştırma ile Sarıçiçek Yaylası’nda kamp yapmaya uygun alanlar olduğunu öğrenmiştik. Safranbolu’ya yaklaşık 16 kilometre mesafede olan, 1200 metre rakımlı yayla, ismini bahar aylarında açan sarı çiçeklerden almış. Biz de bu mevsimde yeni yeni açmaya başlayan çiçekleri fotoğraflayacak kadar şanslıydık. Kampımızı yaylanın “Gölet” olarak adlandırılan kısmında yaptık, daha yukarısına kar yolları kapatmış ve henüz erimemiş olduğu için zincirsiz gitmek mümkün değildi. Akan suya taşlarla set yapılarak oluşturulmuş olan gölet donmuş haldeydi. Çeşmelerdeki su da donmuştu ama yanımıza aldığımız birkaç litrelik su yeterli oldu. Yaylanın doğası, upuzun çam ağaçları ve envai çeşit kuş sesi ile bir harikaydı. Obamız iki çadırdan oluşuyordu; doğayı bizim gibi çok seven bir çevre mühendisi olan Alper abimiz de bize eşlik etti. Hatta Safranbolu’ya gitmişken, bizim daha önce yaptığımız ve anlata anlata bitiremediğimiz microlight uçuşunu da -hem de biraz rüzgarlı bir havada- gerçekleştirdi.

Bahar ve yaz aylarında Safranbolu ve civarından pikniğe bu yaylalara çok gelen olduğunu duyduk. Etrafta ve hatta göletteki çöpler de maalesef bunu doğrular nitelikteydi. Dolayısıyla bu civarda sakin bir kamp için seçilecek zaman havalar ısınmadan olmalı. Telefonun çekmeyeceğini hesaba katarak, yakınlarınıza haber vermeyi ihmal etmeyin



