Şimdiye kadar gittiğimiz yerler arasında en ama en çok sevdiğimiz, iki gün geçirmiş olduğumuz ve tadına hiç doyamadığımız, uzaklığına aldırmadan “kesinlikle” tekrar gidilecek yerler listemizde baş sırada yerini alan, turistlerin henüz çok fazla keşfetmemiş olması nedeni ile bakir kalabilmiş olan dünya harikası bir yer: Myanmar’ın ortasındaki Bagan bölgesi…

Bagan’a, on güne iki Güneydoğu Asya ülkesi sığdırdığımız bir seyahatimiz sırasında gitme şansı bulduk. Daha önce keşfetmediğimize mi yansak, çok az zaman ayırdığımıza mı üzülsek bilemedik; ama tabi ki dolu dolu vakit geçirdik ve her saniyesinin tadını çıkardık.
Güneydoğu Asya’ya ilk gidişimizde fark ettiğimiz en önemli şeylerden biri, evden plan yaparken bir Avrupa ülkesine gider gibi düşünmemek gerektiği olmuştu. Çok büyük bir şans ile her şey fazlasıyla yolunda gitti, ama gitmeyebileceğini gezimiz sırasında birçok kez fark ettik. Bunun en güzel örneği Yangon’dan Bagan’a ulaşımımız konusunda oldu. Planlarımızı yaparken zaman kazanmak ve masraftan tasarruf etmek amacı ile bir geceyi yolda geçirmeyi ve Bagan’a otobüs ile gitmeyi düşünmüştük. Bu durumda Myanmar’a vardığımız ilk iki gün, ülkenin en büyük şehri ve eski başkenti olan Yangon’u gezecek ve orada yaşayan lise arkadaşım Nevcan ile daha çok vakit geçirecektik. İkinci günün akşamını otobüste geçirerek sabah Bagan’a varıp, aynı akşam yine otobüs ile Mandalay’a doğru yola devam edecektik. Yaşayacağımız yorgunluğa değeceğini, bu şekilde zamanımızı verimli kullanabileceğimizi ve mümkün olduğunca fazla yer göreceğimizi hesaplamıştık.

Yangon’a vardığımız günün akşamında sohbet sırasında Nevcan planlarımızı öğrenince, Yangon’da fazla vakit kaybetmeden Bagan’a geçmemizi, ama otobüs ile değil uçakla gitmemizi ısrarla tavsiye etti. İki yıldan fazla bir süredir orada yaşayan ve Bagan’a defalarca gitmiş olan dostumuza güvenmekle ne kadar doğru bir şey yaptığımızı, sonrasında yaptığımız 130 km olup 4 saate yakın süren otobüs yolculuğu sırasında aramızda defalarca konuştuk.

Yangon’da geçirdiğimiz ilk günün ardından, seyahatimizin ikinci gününde sabah kalkıp yanımızda Nevcan ile havalimanına gittik. Tüm uçak saatlerini internetten bulamayacağımızı, bulsak da bilet alamayabileceğimizi, dolayısıyla havalimanına gidip ilk uçağa binmemiz gerektiğini Nevcan bize çok doğal bir şekilde anlatırken, henüz ülkenin durumunu tam olarak kavrayamamış olan biz “Harem otogarı gibi yahu, nasıl olacak acaba..?” diye düşünüyorduk. Şansımız yaver gitti, yaklaşık 1buçuk saat sonrasında bilet bulduk ve bize düğün hediyesi olarak biletimizi ısmarlamak isteyen Nevcan’ın bu sürprizini çok sevinerek kabul ettik. “Golden Airlines”ın uçak bileti elle yazıldı. Şaşkınlığımız her dakika artıyordu, ama işler yolunda gidiyordu…

1,5 saatlik kısa bir uçuş ile Bagan’a ulaştık; yıllardır sıkıntısını çektiğim uçak korkusundan artık eser kalmamıştı. Zira tüm bu Güneydoğu Asya yolculuğu sırasında 10 günde toplam 9 kez uçağa binecektik ve 72 kişilik küçük bir pırpır olan (ve yalnızca 15 civarı yolcusu olan) uçağımız Bagan’a vardığında yere inmedi, adeta küt diye düştü. ☺ Bu arada yolculuk boyunca “Bu uçak şu ovaların ortasında düşse haberlere bile çıkmayız,” şeklindeki düşünceleri ile beni “rahatlatmayı” başaran sevgili dostum Tayfun’a da teşekkürü borç bilirim.

Bagan – Nyaung-U Havalimanı’nda uçaktan indik, valizlerimiz “manuel” olarak terminale getirildi – çekçekli arabayı insanlar çekiyordu. Havalimanında Old Bagan Antik Kenti’ne giriş için bilet satan kontuara uğradık ve bilet aldık. Bu biletin bize hiç gerekmeyeceğini, hiçbir yerde sorulmayacağını ve kontrol edecek bir görevli olmadığını da çok geçmeden öğrendik. Fakat, çok restorasyon görmüş olması nedeni ile dünya kültür mirası listesine alınmamış olan bölgeye ufak da olsa bir bağış yapmış olduğumuzu düşünerek, ödediğimiz az miktarda paraya hiç üzülmedik.

Bagan, Myanmar’ın oluşumuna kaynaklık eden Pagan Krallığı’nın başkenti olan, 104 kilometrekarelik alana yayılmış bir antik kent. 2. Yüzyılda kurulan krallık 11.-13. yüzyıllar arasında zirveye ulaştığı sırada, Bagan ovalarından 10.000’den fazla pagoda (Budist tapınağı) inşa edilmiş. Ancak depremler nedeni ile günümüzde 2200 civarı pagoda ayakta kalmış. 1990’larda Myanmar’ın askeri hükümeti Bagan’ı bir uluslar arası turizm merkezi haline getirmeyi amaçlayarak, depremlerde hasar görmüş olan çok sayıda tapınağı restore ettirmiş. Ancak restorasyonların gerekli özen gösterilerek yapılmadığı, çağdaş malzemelerin çok fazla kullanıldığı, alana asfalt bir yol yapıldığı gerekçeleri ile Bagan UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak kabul görmemiş.

Havalimanından taksi ile 20 dakikada merkez New Bagan’a ulaşılabiliyor. Bizim ayarladığımız otel Nyaung U’da idi. Eşyalarımızı bıraktıktan sonra etrafı keşfetmek ve öğlen yemeği yemek için yürüyerek dolaşmaya çıktık. Myanmar’da bulunduğumuz 4 gün boyunca olduğu gibi, öğle saatlerinde yine yağmur yağıyordu. Etraf zaten oldukça çamurlu idi, toprak yollar ve derme çatma evlerin arasında aniden karşımıza çıkan tapınaklara uğraya uğraya saatlerce yürüdük. Bu tapınaklara girerken (hatta bazılarında bahçesine girerken) kural olarak ayakkabıların çıkarılması gerekiyor. İlk gün yadırgasak da, ikinci gün bu duruma çok alışmıştık. Camiye girerken de ayakkabı çıkarılıyor diye düşünmeyin; çünkü bu tapınaklarda halı yok, yerler taş kaplı. Hele ayakkabıyı tapınak bahçesine girerken çıkartmak gerekiyorsa, toprak, çamur, böcek ne varsa basıyorsunuz artık. Neyse ki Nevcan’ın tavsiyesi ile sandalet/terlik giymiştik. Hatta yolculuk öncesinde havanın yağmurlu olacağını gören Uğur’u yanına su geçirmez botlarını almaması için çok zor ikna etmiştim. 30 derece havada botta ayakları hem pişecek, hem de her tapınağa girerken çıkartıp-giymesi çok zor olacaktı. Sandaletlerinizi ya tapınağın dışındaki ayakkabılıkta bırakabiliyorsunuz, ya da poşete koyup yanınızda taşıyabiliyorsunuz. Ayrıca, askılı kıyafetler ve mini şortlarla tapınaklara girmek de saygısızlık olarak görülüyor ve yasak olduğu girişte görseller ile belirtiliyor. Omzunuza bir şal almak pratik bir çözüm olabilir, benim tavsiyem altınıza ise “longyi” giymeniz. Aslında belin etrafına dolanan bir kumaş parçası olan longyi, kadın-erkek demeden tüm yerel halkın tercih ettiği hem pratik hem de rahat bir kıyafet. Biz de ilk günden fil desenli longyilerimizi alarak ülkeye hızlıca uyum sağlamıştık.
Bagan’da ikinci günümüz gün doğmadan önce başladı; çünkü burası dünyadaki en güzel gün doğumu manzarasına sahip olan yerlerden biri. Bir gün önceden otelde resepsiyon ile konuşup elektrikli motor (e-bike) kiralamıştık. Civarda bisiklet veya motor kiralanabilecek çok sayıda yer var, otelden rica ettiğiniz zaman da aynı fiyata kiralayıp sabah istediğiniz saatte getiriyorlar. Anlaştığımız saatte motorlarımız geldi; Uğur’la ikimiz bir motora, Tayfun diğerine bindi ve başladık gün doğumunun en güzel izlendiği nokta olan Shwe San Daw Pagoda’ya doğru gazlamaya. Bagan’da mutlaka yapılması gereken şeylerden biri, göz alabildiğince geniş ovada yayılan tapınakların arkasından doğan güneşi izlemek… Normalde gün doğumunda sıcak hava balonları da havalanıyor ve tıpkı Kapadokya’da olduğu gibi ortama çok farklı bir hava katıyor. Ancak o sabah hava biraz rüzgarlı olduğu için balonlar kalkmadı; bu şanssızlık nedeni ile en güzel Bagan fotoğraflarımız sanki biraz eksik kaldı. Tabi bu da buraya tekrar gelebilmek için en güzel bahanemiz oldu.

Otelden verilen Bagan haritasının üzerinde tapınakların isimleri, gün doğumunun en güzel izleneceği yerler, mutlaka görülmesi gereken büyük tapınaklar işaretli idi. Gün boyunca bu haritadan gideceğimiz yerleri seçerek, motorumuzu toprak yollarda bir o yana bir bu yana sürdük ve büyük-küçük onlarca tapınağı gezdik. Gün ortasında bölgedeki en güzel restoranlardan birinde yemek yedik; alışık olmadığımız sokak yemekleri ile mideyi bozmamak için temiz görünen iyi restoranları tercih ediyorduk, fiyatlar da çok uygundu. Bu restoranda hizmet ve ilgi o kadar güzeldi ki, yemekten sonra bahçesinde biraz dinlenmek istediğimizde çalışanlar koşturarak bambu şezlongları gölgeye taşıdılar. Tatlı esintide yarım saat kadar uyumuşuz. 🙂 Uyanınca birer de kahve istedik, yanında gelen ikramlar ile daha da mutlu olduk. Tüm bu güler yüzlü hizmet karşılığında, ödemeyi yaparken 3-4 Türk lirası değerinde bahşiş bırakmak istediğimizde bizi anlamayıp parayı geri vermeye çalıştılar. Myanmar’ı çok sevme nedenlerimizden biri de buydu: İnsanlar çok fakir, ayağında ayakkabı olan insan neredeyse yok, herkes terlikle geziyor. Ama hem çok güler yüzlüler, hem “yabancı kazıklama” fikrine henüz çok uzaklar, hem de çok yardımsever ve iyi niyetliler. Myanmar benim için bu nedenlerle” çıplak ayaklı mutlu insanlar ülkesi.” Bu arada belirtmek gerekir ki, ülke aslında doğal kaynaklar bakımından çok zengin. Pek çok tapınak ve yer ismi “shwe” ismi ile başlıyor, anlamı Burmaca’da “altın” ve bu tapınaklar gerçekten de altın ile kaplı. Myanmar’a yeraltı zenginlikleri nedeni ile “Golden Land (Altın Ülkesi)” de deniyor.

Kiraladığımız elektrikli motorlar ile en fazla 35-40 kilometre hız yapabiliyorduk ve şarjının akşama kadar bize yeteceğini söylemişlerdi. Ancak sürekli önden giden ve gaza-frene çok basan Tayfun’un motoru öğleden sonra yavaşlamaya, teklemeye başladı ve sonunda durdu. Kendisini hediyelik eşya satan bir dükkanın bahçesinde, gölgede dinlemeye bırakıp yedek batarya almak için yola çıktık, ama biz de otele kadar giden yolu tamamlayamadık. 🙂 Son birkaç yüz metreyi motoru ittirerek gittik ve bizim motorun bataryası değiştirildi, Tayfun’a da yedek batarya ulaştırıldı.

Motorların bataryaları değiştirildikten sonra, Bagan’daki son birkaç saatimizde de bölgeyi turlamaya devam ettik. Bölgedeki yerleşim yerlerinden birinde, ne olduğunu çok da anlayamadığımız bir törene denk geldik. Galiba dini bir bayram veya ilkokul çocuklarının dönem sonu idi; çocuklar tek tip giyinmiş, ellerinde Buda’ya sunacakları çiçekler, dallar ile yerel müzik eşliğinde yürüyorlardı. Köydeki herkes bu özel gün için çok heyecanlı görünüyordu, yol kenarında çocukları izleyip müzikle beraber tempo tutuyorlardı. Müzik arabası ise gerçekten görmeye değerdi; elle itilen, yanlarında hoparlörleri olan, derme çatma bir araçtı, ama belli ki onlar için çok önemliydi.

Bagan’da geçirdiğimiz iki gün boyunca, bizimle fotoğraf çektirmek isteyen Myanmarlılar oldu. Birisi cesaretini toplayıp telefonunu arkadaşına uzatıyor, “foto” diye hemen yanımıza geçiyordu. Onu gören arkadaşları da sırayla fotoğraf çektiriyordu. Fotoğraf çektirmek isteyen kimseyi kırmadık ve aynı fotoğrafları kendi makinamızla da çektik; ama duruma çok da anlam verememiştik. Meğer, Bagan tapınaklardan oluşan kutsal bir bölge olduğu için Myanmar halkı da ülkenin her tarafından gelerek burada dua ediyormuş. Geldikleri yerler turistik bölge olmadığı için, daha önce hiç “beyaz insan” görmeyenler bizimle fotoğraf çektirince çok mutlu oluyor, köyüne geri dönünce de ailesine ve arkadaşlarına bu fotoğrafları gösteriyormuş.

Akşam üzeri olduğunda Bagan’a veda vakti gelmişti. Otobüs ile Mandalay’a geçmeyi planlamıştık; ertesi gün öğlen saatlerinde Mandalay-Phuket uçuşumuz vardı. Külüstür bir minibüs otelin önüne yanaştı, Myanmar’daki ilk karayolu maceramız gün batımına doğru başlamıştı…