- Everest Base Camp Trekking Yolculuk Hazırlıkları
- Everest Base Camp Yürüyüş Bütçesi
- Everest Base Camp Trekking Çantamızda Neler Var?
- Everest Base Camp Yürüyüşü 1. Gün – Lukla > Benkar
- Everest Base Camp Yürüyüşü 2.Gün – Benkar > Namche Bazar
- Everest Base Camp Yürüyüşü 3. Gün: Namche Bazar Aklimatizasyon
- Everest Base Camp Yürüyüşü Etaplar
- Everest Base Camp Yürüyüşü 4. Gün: Namche Bazar – Tengboche
- Everest Base Camp Yürüyüşü 5. Gün: Tengboche – Dingboche
Hayatımızda şimdiye kadar yaptığımız “en çılgın” ve en zorlu gezimiz olan Everest Base Camp yürüyüşüne nasıl hazırlandığımızı, çantamıza neler koyduğumuzu ve toplam bütçemizi daha önceki yazılarımızda anlatmıştık. Şimdi de gün gün yürüyüş hikayemize başlıyoruz, hangi gün ne kadar yürüdük, nereye vardık, nasıl güzelliklerle ve zorluklarla karşılaştık, hepsi çok detaylı bir şekilde bu yazı dizisinde olacak.

Everest Base Camp’e ulaşmak üzere yola başlarken, ilk günün heyecanı büyük oluyor. Çünkü yolculuk, Katmandu’dan dünyanın en tehlikeli havalimanı olan Lukla Tenzing-Hillary Havalimanı’na, maksimum 19 kişilik (Dornier 228-212 tipi) bir uçakla gerçekleştirilen bir uçuşla başlıyor. Ben “aklı olan binmez” diyorum, Uğur “uçan tabut” diyor. 😀 Sabahın en erken uçağına bilet almak en mantıklısı, çünkü varış noktanız olan Himalayalar’da ortaya çıkan ani hava değişiklikleri, bulutlanma durumlarında Katmandu’dan uçaklar kalkmayabiliyor ve hava genelde sabahları uçuş için daha müsait, öğleden sonra değişebiliyor. Biz bu konuda çok garantici davrandık ve ilk gün yürüyüşe mümkün olan en erken saatte başlamak istediğimiz için, günün ilk uçağına bilet aldık.

Biletlerimizi yolculuğa yaklaşık 1,5 ay kala, bölgenin internet üzerinden de satış yapan tek havayolu olan Tara Air’den almıştık (Yeti Airlines biletleri de aynı sistem üzerinden satılıyor). Diğer havayolları olan Sita Air ve Summit Air için ise internet bilet alma seçeneği bizim yolculuğumuz sırasında (2019 Ekim) yoktu, o nedenle Tara Air’i tercih ettik. Bu arada fiyatlar tüm bu havayolları için aşağı yukarı aynı, aralarında en fazla 10 dolar kadar fark olabiliyor. Bu havayolları arasında en sık uçuşu olan da, gördüğümüz kadarıyla Tara Air. Şunu da belirtelim, şimdiye kadar bir havayolundan aldığımız en hızlı müşteri hizmetini Tara Air’de gördük. Yolculuğa beraber çıkacağımız arkadaşımız Canberk, bizimle gelmeye yolculuk tarihine 2 hafta kala karar verince, sistem üzerinden baktığımızda bizim gideceğimiz saatte uçakta yer olmadığını gördük. Hemen havayolunun info mailine yazdık. “3 kişiyiz, ikimizin bileti var, arkadaşımız için nasıl bir çözüm bulabiliriz?” sorusuna aynı gün cevap geldi. Sistemde 1 yolcu için yer açıp, bileti hemen almamızı söylediler. Biz yine garanticiliği elden bırakmayıp “Bu overbooking (koltuk sayısından fazla bilet satma) durumu mu, değil mi?” diye sorduk; arkadaşınızın bileti doğrulandı, beraber uçacaksınız yanıtını aldık. Uçuş günü de bununla ilgili herhangi bir sorunla karşılaşmadık.

Biz Katmandu’ya Lukla uçuşundan bir gün önce varmış ve sabahın ilk uçuşu olan 6.15’e bilet aldığımız için, havalimanına 15-20 dakika yürüyüş mesafesinde bir otelde konaklamıştık. Planladığımız gibi erkenden kalkıp havalimanına gittik, check-in işlemlerini gerçekleştirip beklemeye ve gitgide daha da heyecanlanmaya başladık. Çünkü uçakta en ön koltukta, pilotların hemen arkasında oturmak ve hiçbir manzarayı kaçırmamak istiyorduk. (Tahmin edebileceğiniz üzere bu uçuşta koltuk numarası diye bir şey yok) Eski İstanbullular olarak metrobüs tecrübemizin dünyanın diğer ucunda işe yarayacağını nereden bilebilirdik… Tabi ki en ön koltuklarda yerimizi aldık. 🙂 Tamam itiraf edelim, pek öyle bir mücadele gerektirmedi, herkes bizden daha sakin bir şekilde uçağa yürüdü (yok canım biz koşmadık=).

“Namasteee” diyerek bizi karşılayan uçağın hostesi, dünyanın en kısa ikramını da saniyeler içerisinde tamamladı: Birer çift pamuk (kulak tıkamak için) ve bir adet şeker… 6.15’te planlanan uçak, 6.45’te kalkış yaptı. Daha motorlar çalışır çalışmaz, kulakları pamukla tıkamanın yadsınamaz önemi anlaşıldı.
45 dakika süren, kanatlar dağlara değermişçesine vadilerin üzerinden gerçekleştirilen uçuş, sabah saatleri olması ve güzel hava sayesinde, hiç sarsıntılı geçmedi. (Bir süredir bizi takip edenler, her zaman olmasa da sık sık yaşadığım uçuş korkumu hatırlayacaktır, ama bu uçuş korkudan çok heyecan doluydu diyebiliriz. 4 yıllık hayalimiz gerçekleşiyorduk, Himalayalar’ın ortasındaydık ve en sevdiğimiz tatil tarzı olan uzun mesafe doğa yürüyüşüne gidiyorduk…)

Havalimanından çıkar çıkmaz, bölgede yaşayan şerpalar “taşıyıcı lazım mı, rehber lazım mı, otel lazım mı?” soruları ile karşınıza çıkıyorlar. Çantalarınızı kendiniz taşımayı düşünmüyorsanız veya turla gitmediyseniz, daha havalimanından çıkarken “şerpanızı” ayarlayabilirsiniz yani. Eğer eşyanızı kendiniz taşımaya niyetliyseniz, ama sonraki günlerde yorulur veya sakatlanırsanız da, herhangi bir köyden her zaman şerpa yardımı alabileceğinizi unutmayın.
Everest’e 1953 yılında ilk tırmanışı gerçekleştiren efsane ikili Edmund Hillary ve Tenzing Norgay’ın yaptırdığı ve isimlerini onlardan alan Tenzing-Hillary havalimanı, Himalayalar’da bir motorlu taşıt ile ulaşabileceğiniz en yüksek nokta (köyler arasında mekik dokuyan helikopterleri saymazsak tabi). Base Camp trekking rotasının başlangıç noktası olan Lukla köyüne ulaşmanın bir diğer yolu da, Katmandu’dan minibüse binip 7-8 saat dere tepe aştıktan sonra, 3-4 gün yürümek. Minibüsün fiyatı 17 dolar ama üzerine yorgunluğu ve o birkaç günün konaklama ve yemek maliyetlerini ekleyince değmezmiş gibi görünüyor. Zaten bu yolu tercih edenler de “yapmayın” diyor…

Lukla köyünün deniz seviyesinden yüksekliği 2860 metre ve Everest Base Camp yürüyüşünün ilk günü rota aşağı inişle başlıyor. Biz varır varmaz köyde hemen havalimanı manzaralı bir cafeye oturduk ve hem bir kahvaltı yapıp çay içtik, hem de uçuşta bagaja vermek üzere düzenlemiş olduğumuz çantalarımızı yeniden düzenleyip, içinden batonları ve gerekli ekipmanı çıkardık, bu arada da iniş-kalkış yapan uçakları izledik.

Bu havalimanının 20 yıldan fazla bir süredir “dünyanın en tehlikeli havalimanı” unvanını elinde tutması boşuna değil. Pistin bir tarafı duvar ve onun arkası dağ, diğer tarafı ise uçurum. İniş-kalkış pistinin uzunluğu yalnızca 500 metre. Uçakların pas geçme gibi bir şansı yok, yani pilotların inişi gerçekleştirmek için tek şansı var. 1964’te yapılan havalimanın inşa edilme hikayesi ise çok enteresan. Everest’e ilk tırmanışı gerçekleştiren kişi unvanını aldıktan sonra bölgeden elini hiç çekmeyen Edmund Hillary, buraya bir havalimanı inşa etmeye karar verip araziyi satın almış. Önce daha aşağıdaki düzlük arazilerde yaptırmayı düşündüğü havalimanı için köylüler topraklarını satmayı kabul etmeyince günümüzdeki konumda yapılmasına karar verilmiş. 2600 dolar ödeyerek satın aldığı arazide, inşaatta köylülerle çalışmak üzere anlaşmış. Ancak bu kez de pistin yapılacağı zemini sağlam bulmamış ve köylülere likör ısmarlayarak topuklarını yere vura vura dans etmelerini istemiş, toprak zemini böylece sıkıştırıp düzleştirmişler. Kalkışlarda yeterli hıza ulaşabilmek, inişlerde ise hız kesebilmek için eğimli yapılan pistin zemini 2001 yılına kadar asfaltla kaplı bile değilmiş.

Oturduğumuz cafenin camından bol bol fotoğraf ve video çektikten sonra, saat 9.30 gibi yürüyüşe başladık. Köyün içinden oyalana oyalana ve bilumum outdoor markasını uygun fiyatlara satan mağazalara bakarak geçerken, birer yedek pantolon almaya da karar verdik. Suyu üzerinde tutmayan ve götürdüğüm tek pantolondan biraz daha kalın bir kumaşı olan pantolon çok işime yaradı, hatta ilk gün hariç hep bu yeni aldığım pantolonu giydim.

Lukla’dan çıkıştan sonra başlayan inişli yol taş döşeli ve basamaklı olduğu için zor sayılmaz, ancak güneşin vurmadığı bölgelerde taşlar oldukça kaygan, günün tek zorluğu bu oldu diyebiliriz. Altı kaymayan bir trekking ayakkabısına sahip olmak bu nedenle çok önemli, bilekleri burkmamak için de ayakkabı mutlaka yüksek bilekli olmalı.

İlk günün rotasında yol üzerinde sürekli irili ufaklı köylerden geçiliyor ve meşhur asma köprülerden geçmeye de hemen ilk günden başlanıyor. Yükseklik korkusuna sahip biri olarak, sırtımda koca yükle, aşağı-yukarı ve sağa-sola aynı anda salınım yapan ilk köprüyü dizlerim titreye titreye geçtikten sonra yere çöküp ağlama hissine zor karşı koydum. Ama çok geçmeden bu köprü geçişlerine alışılıyor ve eğlenceli hale geliyor. Gün boyu güneşli ve güzel olan hava sayesinde, rotanın ilk birkaç gününde şort ve tişörtle yürümek mümkün. Yanımıza aldığımız ufak solar paneli her molamızda güneşe sererek telefonları da rahat rahat şarj ettik.

Yürüyüş boyunca dikkat edilmesi gereken noktalardan biri, bölgede taşınan her şeyi götürüp getiren hayvan sürülerine, köprü geçişlerinde de dahil olmak üzere, her zaman öncelik vermeniz ve hayvanlar yaklaşırken güvenlik açısından uçurum tarafına değil, dağ tarafına geçmeniz gerekmesi. Genelde 10-15 katır veya öküzden oluşan sürüler sırtlarında tüp, benzin, pirinç, yumurta gibi aklınıza gelebilecek tüm ihtiyaçların yanı sıra, yürüyüşçülerin çantalarını da taşıyor. (Öküzler dedim, çünkü ‘yak’ veya onun dişisi olan ‘nak’lar daha yükseklerde yaşıyormuş.)

İlk günden bir diğer aklımızda kalan, yol boyunca devam eden hayvan dışkısı kokusu oldu. Ayakkabıya yapışmaması için yer yer seksek oynayarak ilerlemek gerekiyor. Ayrıca ilk birkaç gün etraf yürüyüş grupları ile oldukça kalabalıktı, ilerleyen günlerde rotalar ayrıldığı için kalabalık azalıyor. Koca dağların arasında bir başımıza yürüyeceğimizi zanneden analarımıza bol insanlı fotoğraflar atıp “yalnız değiliz” mesajını hemen ilk gün paylaştık; gerçi o kadar kalabalık biz de beklemiyorduk, biraz şaşırdık.

Dikkat etmek isteyebileceğiniz bir diğer konu da, rota üzerinde her yerde karşınıza çıkan, üzerlerine Tibetçe “om mani padme hum” mantrasının oyulduğu dua kayalarının solundan geçilmesinin, yereller tarafından bir saygı işareti olarak algılanması. Turistlerden böyle bir beklentileri olmasa da, kendileri sırtlarındaki yük ne kadar ağır olursa olsun buna dikkat ediyor. Ayrıca sık sık karşınıza çıkacak olan dua çarklarını da her geçişlerinde çevirmeye dikkat ediyorlar. Siz de bu çarkları çevirebilirsiniz, ancak hangi yöne çevirdiğinize dikkat edin. Zaten genelde üzerinde bir ok işareti veya İngilizce “saat yönünde çevirin” yazısı oluyor. Bu dua çarkları Budist inancın bir simgesi, ancak Nepal nüfusunun yüzde 81’inin Hinduist olduğunu belirtelim. Yüzde 9 oranda olan Budistler çoğunlukla Tibet sınırına yakın yüksek bölgelerde yaşıyor, hatta dinleri “Tibet Budizmi” olarak adlandırılıyor. Her yerde göreceğiniz rengarenk dua bayrakları ise, Himalayalarda yaşayanların inancına göre rüzgarla dalgalandıkça bereketi, iyi niyeti ve sevgiyi dünyaya yayıyor. Beş renkte olan bayraklarda mavi gökyüzünü, beyaz havayı ve rüzgarı, kırmızı ateşi, yeşil suyu ve sarı ise toprağı temsil ediyor.

İlk gün yürüyüşümüzde biz Monjo köyüne varmayı hedeflemiştik, ama gün içerisinde biraz fazla mola verip oyalanınca 12 kilometre yürüdükten sonra Bengkar köyünde yürüyüşü tamamlamaya karar verdik. Önceki gece az uyumuş olmanın etkisine, ilk gün çantaya alışma süreci eklenince, yorulmuş olduğumuzu da fark ettik. Baştan kendimize söz verdiğimiz üzere, kendimizi zorlamamak ve yürüyüşün tadını doyasıya çıkarabilmek için, hava henüz kararmadan, köyün girişinde bulduğumuz ilk konaklama yerine girdik. İnternetin çekmediği bir yerdi, ama sıcak su vardı, hem de ev sahibi teyze duş için bizden para almadı. Himalayalardaki ilk ve son duşumuzu böylece burada almış olduk. Duş ve tuvaletler konakladığımız binaların dışındaydı ve tabi ki ısıtması yoktu. Karanlık çökmeye başlayınca hava da soğumaya başladı. Çoğu kişinin geçip gittiği bir köy olduğu için konakladığımız yerde bizden başka kimse yoktu. Öyle olunca ortak alandaki soba da yakılmadı, yemek yerken biraz üşüdük. Bu yolculuğa başlamadan önce yaptığımız araştırmalarda, irtifaya alışmak için sarımsak çorbası içmenin önemini defalarca okumuştuk, ilk günün akşam yemeğinde hemen ilk sarımsak çorbası siparişlerimizi verdik…
Not: Wikiloc süreyi molalarla birlikte hesaplamakta, daha detaylı yürüyüş bilgileri için tıklayın.